Sizler de ara ara bunu düşünmüşsünüzdür, 30 sene belki daha fazla süredir devam eden taraftar kavgaları neden durmadan hatta daha da artarak devam ediyor, bunun çözümü ne olabilir, nasıl bitirilebilir diye… Ne yazık ki azalmıyor, dur durak bilmiyor ne canlar, ne hayaller holiganizm uğruna yitip gidiyor. Bu hafta gerçekleşen derbilerde de gerek tribünlerde gerekse sosyal medya paylaşımlarında birçok örneğine tanıklık ettiğimiz, işittiğimiz, gördüğümüz çirkin olan her şey holiganizmin bir parçası… Bu yazıda, yıllardır süren bu şiddet döngüsünü sorgulamak ve bir zamanlar 'bayram' gibi yaşanan derbilerin ruhunu hatırlatmak istiyorum.
34 sene öncesine gittiğimizde 14 Aralık 1991 tarihinde oynanan Galatasaray – Beşiktaş derbisini izlemek üzere İstanbul'a gelen 30 yaşındaki Beşiktaş taraftarı Mühendis Oktay Akdemir'in maç sonunda boynundaki Juventus atkısı nedeniyle rakip takım taraftarı tarafından hunharca öldürülmesi vahşetin boyutunu gözler önüne seriyor. Başka bir örnek daha verecek olursak İstanbul'da, 13 Aralık 1993'de Alibeyköy'deki bir kahvehanede, Fenerbahçe-Beşiktaş maçını izlerken Fenerbahçe'nin galibiyetine sevinen sarı-lacivertli takım taraftarı Şenel Yeter, dövülerek hayatını kaybetmişti. Ne yazık ülkemizde yarım asıra dayanan holiganizm hala da canlar yakmaya devam ediyor. Tribün magandaları; hem tribünde, hem sokakta düşman gibi gördükleri karşı takım taraftarına ve rakip takım oyuncularına saldırıyor, onları yaralıyor, acımasızca öldürüyor. Son olarak da artık bu derbilerde sergilenen çirkin davranışlar bende pek de umut bırakmadı saygıya, sevgiye dair. Peki, bir insanın nasıl olur da bu kadar gözü dönebilir?
Asla takım tutmaya, bir armaya gönül vermeye karşı değilim ama taraftarlık ve holiganizm arasındaki ince çizgi, geri dönüşü olmayan bir çıkmaza sürüklüyor hayatları… Elbette bir takımı, hatta bir ideolojiyi sevmek dahi kötü bir şey değil… E zaten insan doğası gereği bağlanmaya meyilli ama böyle körü körüne, bir cana, bir hayata kıyacak kadar; ağız dolusu küfürler edip çevresine saldıracak şekilde değil. Böyle bağlanmaya sevgi denilebilir mi sizce? Hep mi böyleydi acaba dediğinizi duyar gibiyim. Hayır, elbette hep böyle kötü değildi, değilmiş daha doğrusu, ben de ne yazık ki o güzel günleri bilmiyorum. 'Geçmişte tribünler nasılmış yahu acaba?' Diye düşünürken kendimi internette konuyu araştırırken buldum… Sonra şu cümle döküldü dudaklarımdan, akıp gitti zihnimden hüzünle… 'Ah nerede o eski günler?' Biliyorum siz de saygılı, sevgili 'biz'i özlediniz. Her neyse işte yaptığım araştırmalarda hoşuma giden birçok şeye rastladım sizinle de paylaşmak istediğim konular var. Çok eskilerde Fenerbahçe – Galatasaray derbilerine 'Fenerbahçe – Galatasaray Bayramı' denirmiş. Elbette böyle söylenmesinin harika sebepleri varmış; sahadaki mücadele ve saygının, tribünde de saygı ve dostluk ile karşılık bulması, derbi maçlarının tıpkı bir bayram havasında geçmesi gibi. Tabii ki maçlarda kazanma azmi de söz konusuymuş fakat bu genelde asabiyetle değil şakayla dışa vurulurmuş. 'Ezeli rakip, ebedi dost' sözü de bu dönemde oldukça değerliymiş… Şimdilerde bihaber olunan o 'dostluk' kavramı, o dönemlerin ortak paydasıymış, ne mutlu!
Bu anlatılanlar bize masal gibi gelebilir. Bugünkü ortamda yaşamaları çok güç... Ancak düşünüldüğünde futbolun yalnızca bir oyun ve eğlence olduğunu anlamak çok da zor değil. Fenerbahçe olmadan Galatasaray; Beşiktaş olmadan Trabzonspor olmanın ne anlamı var ki? Bunu anlamak kafi. Kısacası diyorum ki holiganizme hayır, dostluğa evet. Dilerim geçmişte yaşanan o güzel bayram havasındaki maçlara, birbirine saygı duyan tribünlere geri döneriz. Umarım o güzel günleri örnek alırız da geçmişimiz geleceğimize ışık tutar!
Sevgiyle…
