Yüzümüzü yıkamadan bildirim mesajlarına maruz kalıyoruz. 19. yüzyıl ekonomisti Thorstein Veblen, gerçek onur nişanının boş zaman olduğunu savunurdu. Şimdi ise yüksek statünün göstergesi meşguliyet haline geldi.
Hep bir yere geç kalıyoruz veya yetişmeye çalışıyoruz. Bir sonraki aşama hep belli. Duygular bir kenara itilirken karşılarına geçip hızla yok oluşlarına tanıklık ediyoruz. O kadar hızlandık ki yavaşlamayı unutmaya başladık. Yapılacak listesi hiç bitmiyor; toplantılar sona ermiyor, her gün bir öncekini tekrarlarken sürekli biz bir yerlere koşuşturuyoruz. Oysa hayat bize her zaman bu temponun böyle gitmediğini hatırlatıyor.
MESAFELER KISALIRKEN BİZ UZAKLAŞIYORUZ
Sahi nereye yetişiyoruz? İş temposu, akşam yemeği, çocukların okulu derken birbirimize Nasılsın? bile demeyi unutuyoruz. Suratlar asık, tahammüller düşük ve ilişkiler yüzeysel… Aynı evde aynı masada bir araya gelen insanlar da birbirine yabancı; sohbetler kısa, kahveler yarım, sözcükler yine hızlı…
Dünya küresel bir köye dönüşürken mesafeler kısalırken biz birbirimizden uzaklaşıyoruz. Büyük plazalardan baktığımız pencereler, bize samimiyeti unuttururken aklımızda cevaplanması gereken aramalar birikiyor. Hayatın ritmini duyamıyoruz, kafamızda güzel bir melodi duymak zorlaşıyor günlerin, ayların hatta yılların yükleri bize sesleniyor.
Anın tadını unuttuk mesela; telefonlara kaydettiğimiz çoğu fotoğrafı yaşamayı unuttuk. Hayata dokunmak isterken durup, neleri kaçırdığımızı fark edecek zamanı bulamıyoruz. Kendimize sunduğumuz yapay 'meşgullük' temposu yüzünden kendimizi bitmek bilmeyen bir zaman yarışında buluyoruz. Bu yarışı, bir elimizde telefon bir elimizde kalem bir elimizde de sorumluluklarımızla tamamlamamız bekleniyor. Kim bekliyor, niye bekliyoruz bilmeden sadece koşuyoruz. Belki de en çok küçük mutlulukları kaçırıyoruz; içten bir gülümsemeyi, uzatılan bir eli belki de sadece susup oturmayı, sessizce kendimizi dinlemeyi…
NE ZAMAN GÜZEL BİR FİLM İZLEDİNİZ?
Tüm bu mücadele boyunca zihnimizde sorumluluklar son ses bağırırken kalbimizin fısıltısına kulak tıkamaya başladık. Dönüp gitmeyi denedik, hayır diyebilmeyi öğrendik ama kendimizi korumak için değil aramıza duvarlar örebilmek için. Anı kaçırırken kendimizi geleceğin belirsizlikleriyle mücadele içinde bulduk; bitmek bilmeyen yapay robotlar da odak süremizi kısaltmaya başladı, ne zaman uzun, güzel bir film izlediğimizi unuttuk. Zamansızlık içinde bitmek bilmeyen görevler, büyük resimlere bakmayı sıkıcı bulmamıza neden oldu. Dijital pazarlama uzmanı Joe Youngblood'un yeni araştırmasına göre, Amerikalıların yaklaşık %75'i son altı ayda bir yapay zeka sistemi kullandı ve %33'ü günlük kullanımda olduğunu açıkladı. ChatGPT ve diğer yapay zeka hizmetleri , araştırma makalelerinden özgeçmişlere, ebeveynlik kararlarından maaş görüşmelerine ve hatta romantik ilişkilere kadar her şey için kullanılıyor. (The New York Post)
DUYGULARIN ÖMRÜ KISALDI
Neden sonuç ilişkisi kuramamaya başladık, verilen her bilgiyi koşulsuz sindirmeye başladık. Araştırmalarımız azaldı, yapay zekadan gelen ham bilgiyi işlemeden kullanmaya çalışan, gördüğü her videoyu olduğu gibi kabul eden, her bilgiyi tüketen bireyler haline gelirken olaylara karşı tepkilerimiz rutinleşti. Rutinleşti tıpkı sosyal becerilerimiz gibi. Duygularımızın ömrü kısalırken ruhumuz içine kapandığını fark etmiyoruz. Zihnin parçalı bulutlu halini dağıtmak için ufak bir molaya ihtiyaç duyulduğunda soluklanmak gerekir. Bazen sadece durmak ve 'Ben neden meşgulüm?' diyebilmek en büyük hediyedir.
