2025 yılının son günlerini yaşıyoruz. Google her sene olduğu gibi Türkiye'de yılın en çok arananlarını açıkladı ve sonuç aslında hepimizin bildiği ama görmezden geldiği o korkunç gerçeği yüzümüze çarpıyor. Listede yine o başlık var, hepimizin bahsi dahi geçtiğinde tüylerimizi ürperten; İstanbul depremi...
Bu veri aslında halimizin özeti gibi
Üç yanı denizlerle, dört bir yanı fay hatlarıyla çevrili bir ülkede yaşıyoruz ama önlem almak yerine ekran başında arama yapıyoruz. Sanki Google'daki arama çubuğuna endişelerimizi yazınca binalarımız sağlamlaşacakmış, kolonlar kendiliğinden düzelecekmiş gibi garip bir ruh hali içindeyiz.
Dile kolay, 17 Ağustos depreminin üzerinden tam 26 sene geçti. Çeyrek asırdan fazla... Ama o gece saat 03.02'de duran saatler, zihinlerimizde hala çalışmaya başlamadı. Şehir derin uykudayken gelen o 45 saniyelik deprem, sadece binaları değil, geleceğe dair güvenimizi de yerle bir etmişti. O toz bulutunun, o can pazarının içinden yükselen 'Sesimi duyan var mı?' cümlesi bir soru değil, bir yakarış, son bir umuttu.
Peki biz bu 26 yılda ne yaptık?
17 Ağustos bir milat olacak demiştik. Ancak ne yazık ki o miladın, sadece takvim yapraklarında kaldığını en acı şekilde tecrübe ettik. Öyle olmasaydı, 99 depreminin acısı henüz dinmemişken, 6 Şubat'ın o dondurucu soğuğunda 11 şehrimizi yerle bir eden felakette aynı çaresizliği yaşar mıydık? Kahramanmaraş'tan Hatay'a uzanan o yıkım hattında, 'ders aldık' masallarının enkaz altında kalışını izledik. Tarihler değişti, şehirler değişti ama ne yazık ki o kahredici senaryo değişmedi.
Bugün 2025 Türkiye'sinde sokağa çıktığımızda gerçek yine yüzümüze tokat gibi çarpıyor. O gün 'toplanma alanı' olarak belirlenen, can havliyle kaçacağımız boş arazilerde bugün devasa AVM'ler, lüks rezidanslar yükseliyor. Dere yataklarına ev yapmaktan vazgeçmedik, deniz manzarası uğruna çürük zeminlere beton dökmekten korkmadık. Doğaya karşı inatla bir savaş sürdürüyoruz ve ne yazık ki bu savaşı kazanırsak aslında kaybetmiş olacağız.
Her yıl dönümünde sosyal medyadan hüzünlü mesajlar paylaşmak, siyah kurdeleli fotoğraflar koymak vicdanımızı rahatlatıyor belki. Ama deprem, sosyal medya paylaşımlarıyla ya da arama motoru trendleriyle durdurulabilen bir şey değil.
Hazır deprem en çok arananlar listesine girmişken, şu soruyu kendimize sormamız boynumuzun borcu.
17 Ağustos'u yaşamış, 6 Şubat'ta yüreği yanmış bir ülke olarak, yıllardır beklenen o büyük İstanbul depremine gerçekten hazır mıyız?
Cevabı aslında hepimiz biliyoruz ve bu cevaptan korkuyoruz. O gün geldiğinde internet çekmeyebilir, telefonlar çalışmayabilir, Google sorularımıza yanıt veremeyebilir ki çok yakın zamanda olan en ufak depremlerde dahi bunu yaşadık... 'Benim başıma gelmez' deme lüksümüz yok. Belki bu gece, belki yarın... Muhakkak bir gün bu gerçekle yüzleşeceğiz. İşte o zaman enkaz altında 'Sesimi duyan var mı?' diye bağırmamak için, bugün sesimizi çıkarıp önlem almak zorundayız.
Çünkü son pişmanlık gidenleri geri getirmiyor.
